Bank
Sıradan bir gün başlangıcıydı. Saat 5:27 ’idi. Gün daha yeni yeni ağarıyordu. Alelade bir bankta oturan evsiz, yaşlı adam hafiften uyanır gibiydi. Her gün tekrarladığı gibi yine gözlerini yavaşça açarken hayatın yavaştan aktığını gözlemlemektedir her ne kadar o sokakta 3-5 kişi olsada… Yaşlı adam karnının açlığını hissederek bu ruh halini kaplayacak şekildeki yüz ifadesini takınarak banktan yavaşça kalkıyordu ki önünden köpekten kaçan bir kediye denk geldi. Biz yaşam derdiyle tutuşan insanlar böyle bi’ şeyle karşılaştığımız zaman sinirleniriz değil mi? Ama adam bu söze karşı çıkarcasına mülayim bi’ tavırla gülümsedi. Bu gülümseme hem kedinin hem de adamım durumuna belirli anlamlar yükleyen bir gülümseyişti. Ardından banktan kalkıp ağır adımlarla sabah kahvaltısı için çöp konteynırlarına doğru yürüdü.
Birkaç saat sonra bankın müdaviminin yerini yeni misafirleri alacaktı. Ama öncesinde bankın hayal meyal hatırladığı ağaç iken ki halini hatırlatan şeylerden birisi olan yağmur yağmıştı. Ama bank anlayamıyordu. Neden? … Neden biz kendi halimizde takılırken neden kendi ciğerlerinizi bizi kesiyorsunuz? … Her yağmur damlasıyla ormanda bulunan nice arkadaşlarını hatırlıyor, hüzünlü bir mutluluk yaşıyordu. Doğal bir harika olan ormanın içi güzeldi pekâlâ ama insanların güzel dediği harika diye can attıkları villalar, kimisinin çile diye veryansın etiği boğaz köprüsü ve yeterince kirlettik artık temizleyelim dedikleri Marmara Denizinin takdire şayan manzarası vardı.
Ve sonunda sabahın ilk ziyaretçileri gelmeye başlamıştı. Bu genç bir kadındı. Kendinden emin bir tavrı vardı. Deneyimlide bir kadına benziyordu. Eğitimliydi, birazcık baba parasın yiyen ama çalışmayı seven hayatından şimdiye kadar en azından onlarca erkek geçmiş sabah sporu için gelen birisiydi. Sporunun sonlarına doğru bir zamana denk gelmişti bank. Çünkü kadın nefes nefese kalmıştı. Ve alnındaki terler kaşlarının bitimi paralelinden, şakaklarının arasından usulca dökülüyordu. Ve inceden kollarının üstünden sicim sicim ter zerrecikleri görünüyordu. Bu kadına yorgunluğu unutturan hatta mutlu olmasını sağlayan bi olaydı. Çünkü İstanbul’un kasvetli havasını soluduğu halde vücudunu koruyarak mutlu olabiliyordu. Ya da kendine güzel bi’ yalan söylemeyi sevebiliyor ama bunun bilincinde olmayanlardan bir farkım varmışçasına da sırıtabiliyordu. Bankta bu kadını az biraz sevmişti çünkü herkes gibi değildi kendine vücuduna değer veren birisiydi. Tamam, biraz şımarık halleri vardı ama yinede hafif saflığıyla entelektüel çehresi sıcak geliyordu banka. Kısa süreli bi ilişkisi olmuştu bankta sadece bir yudumluk suyu ve birkaç dakikalık nefesi paylaşmışlardı. Saat 7:32 ‘idi. Arkadaşlarını hatırlatan yağmur şimdiden bu kibar bayanın arkasında yer edinmişti. Çadır kumaşından yapılma eşofmanının arka kısmında pek bi hoş duruyordu.
Bankın birkaç tahtası eksik, diğer tahtalarının ise hafif çürümüş hali nedeniyle bu banka oturanların sayısı pek azdı. Ancak ya acelesi olanlar ya da işi düşenler otururlardı. Ya da hep böylelerini sevenler…
Saat öğleden sonra 1 civarıydı. Hava olduğundan da sıcak hissediliyordu. Malum İstanbul’daysanız bu neme katlanacaksınız. Bank bile “Bende alıştım artık daha geleli çok olmadı ama; insanların değişiyle 10 senedir buradayım” diyor bankta.
10 sene içerisinde bu kadar değişimin yaşanacağını söyleseler inanmazdı. Eskiden birisine bi şey sorsanız bilmiyorum derdi. Ama şimdi sorduğunuzda mutlaka bir cevabı vardır ama bu cevabın içi bomboştur diyor içinden bank.
Bu düşünceler içindeyken 21 yaşında sırım gibi bir genç geliyor. Üniversitede mimarlık bölümünde okuyan, kulağındaki kulaklıkta çalan müzik ise “Switchblade Symphony - Wiccan Lullaby” olan kültür düzeyi yüksek, erdemli bir genç. “Benim üstüme koyduğu dosyasından da anlaşılıyor bu çocuğun böylesi bi yerde okuduğu zaten.” diyor bank. Kendisi gibi banklardan belki binlercesi üretildi onlarında üzerinde oturan insanlar var. Ama birde “Bu genç gibi etrafıma baktığımda onların düşüncelerini, hayallerini görebildiğim insanlarda var.” diyor bank. Bu bankın aslında taşıdığı şeyden hoşlandığı anlamına da geliyor birazcık.
Genç uzun süre durmuştu bu banka elindeki buzlu kahvesini bitirdikten sonra uzun uzun boğazın o enfes manzarasını izlemişti. Tam 3 saat burada öylece durmuştu. Hatta dersi olduğu halde buraları bırakamamış o gün okulu asmıştı.
Öğleden sonra beş gibiydi saat. Uzaktan bir çift geliyordu. Kız 24, oğlan ise ondan iki yaş büyüktü. Biri koç burcu diğeri yani erkek olanıysa kovaydı. El ele tutuşmuş aşkla ya da aşk zannettikleriyle mutlu olduğunu hayal edip huzurlu numarası yapıyorlardı. Çünkü her ikisi de ideallerine ulaşamamıştı ve bunun asıl nedeni ise kendilerini tanımamış olmalarıydı. Kitlesel bir biçimde uyutulduğunun farkına varmadan beklide ölüp gideceklerdi gerçek mutluluğu tadamadan. Tabii bankı ilgilendiren konu bu değildi. İlgilendirmekte değil aslında canını sıkan bir şey yapmışlardı banka. Kız, çocuğa “ Oturalım mı aşkım?” dedi. Çocukta “Tabii canım iyi olur ya.” dedi. Bu çiftin elinde birer kutu kola vardı. Tutuşları çok havalıydı. Sanki en pahalı içkiden almış ve her yudumda kanatlanıp yükseliyormuş gibi edaları vardı. Ve koç burcu olan sakar kız elinden kutuyu düşürünce direk bankın üzerine dökülen kola sonrasında bankın bir kenarını yapış yapış edecekti. Ama daha etmedi şimdilik akışkan bir hali var. Ve üzerindeki asitten kaynaklı köpükleri görünüyor. Ve kahverengi çürümüş tahtanın üzerinde karamel renginde usulca dökülüyordu. Oğlan kıza hafiften gülümsedi ve “Boşver dökülsün canım n’olcak ki” dedi. Kızda “ Di’ mi? Canım ya… Hadi kalkalım artık.” dedi. Ve yine o hiç görmedikleri görmüş geçirmişlik edasıyla ayağa kalktılar ve el ele tutuşup tekrar yürümeye devam ettiler.
Saatler bu sefer ise akşam dokuzu gösteriyordu. Bu kez bankın ziyaretçileri nezih sayılabilecek bir aile idi. 4 yaşında bıcırık bir kız çocuğu ondan üç yaş büyük okumayı yeni söken abisi, ev hanımı anneleri 34 yaşında, bir fabrikada işçi olarak çalışan babaları ise 35 yaşındadır. Her şey uzaktan çok normal gözüküyor aslında. Ama bu monoton hayat içinde sıkılan bireyleri özel hayatları biraz çalkantılıdır. Ve bunun sonuçları da bankta otururken o ufak nüanslarla gözümüze çarpmaktadır. Kadının elinde bir poşet içerisinde bir paket çekirdek vardır. Babaları çocuklarıyla konuşuyor gibi karısına “Artık çekirdeği yiyelim değil mi çocuklar?” demektedir. Karısı ise; “Tamam, tamam. Zaten havada bak ne güzel değil mi? Bir de şu çekirdek bağımlılık yapmasa.” demiştir. Ufak kız çocuğu çekirdek pakedi açıldıktan sonra “Anne ya… Ben bu çekirdeği yiyemiyom. Nasıl yapıyosun ya sen?” der. Annesi ise “ Bak göstereyim” diyip nasıl çekirdeğin çitlendiğini tekrar göstermiştir. Babası ise aradan çokta mühim değilmiş gibi “Öğrenirsin, öğrenirsin.” diyerek bi şey demenin verdiği hazzı yaşamış sadece kendi egosunu tatmin etmiştir. Yüzünde ise ben 3 yaşından beri çitliyorum, 33 yıl olmuş, ohoo dermiş gibi bir ifade yerleşmiştir.
Ufak çocuk ise biraz ilerideki “Aile Çay Bahçesi” yazan mavi üzerine beyaz neon ışıklarıyla yazılmış tabelayı inceledikten sonra, “ Aaa-i-lee Çayy Baah-çee-si” diyerekten hecelemiştir. Kadın hemen oğluna “Aferin oğlum, bak isteyince ne kadar da güzel oluyor değil mi?” demiştir. Ardından babası ise böbürlenerek “ Kimin oğlu ya… Tabii ki okuyacak annesi” der. Bir süre sonra banktan kalkarlar.
Birisi gelir birisi gider diyordu içinden bank. Ki nitekim öylede oldu. Enteresan bir tip gelecekti, belliydi. Saat 12:48 idi. Şimdiki ziyaretçisi bi kaldırım yosmasıydı. Bacaklarını sıkan siyah file tipi bi’ çorap giymiş altında ise kırmızı, burnu sürtmüş bir çift rugan ayakkabı. Kadın 38 yaşına yeni basmıştı. Ama şimdiden göğüsleri berbat bir haldeydi. Üstünde duran straplez elbisesi çürük mor rengindeydi ve etek kısmı aşırı derecede kısa idi. Zaten bankta bunun farkındaydı.
Bu esnada yoldan geçen cebinde en az bin lira bulunan bej renginin en güzel tonuna sahip olan takım elbisesiyle içerisinde ise ona uyan bir beyaz gömlekle denizin mavisinin berisinde güzel bi görünüm oluşturmaktaydı. Ayakkabıları ise söyleyecek söz yok idi. Üstüne giydiği parçalar birbiriyle bir bütün içindeydi. Adam banktaki kadını gördükten sonra yanına yaklaşıp, “Temiz misin?” diye sordu. Kadında hazır cevap hemen karşılık verdi adama. “Öyleyim tabii civanım, ama özel muamele isterim her yönden…” dedi. Bu söz üzerine adam kadından hoşlanmış bi tavırla sırıttı ve “Sen nasıl istersen güzelim.” dedi. “O zaman durman hata adamım” diyen kadına dayanamayan adam kadına “Arabam biraz ilerde. Güzel bi otel biliyorum oranın yatakları çok yumuşak ve rahat oluyor.” dedi. Ve gecenin karanlığında bu kişiler kayboldu.
Çok geçmedi ki müdavimimiz gelmesin. Saat 01:49 du. Adam yorgun bir halde önce kafasını uzatacaktı ki birden yapış yapış bir şeyler hissetti. Ve oflayaraktan “ Bıktım bu sakar insancıklardan.” dedi. Ve pozisyonunu tam aksi istikamete çevirim derin bir uyku çekti. Yüzünde bir güven ifadesi, artık evimdeyim ve rahatım başka ne isteyebilirim ki? gibisinden ev dedikleri şeyi çok abarttıkları düşüncesiyle nihilist bir tavrı vardı uykuya dalmadan önce evsiz adamın. “İyi geceler” diyerek ekledi bankta son olarak.
Yorumlar